25 Aralık 2014 Perşembe

Korkuyorum...

Bir yargıda bulunmak, son cümleyi söyleyivermek, noktayı koyuvermek... Ne kadar da kolay geliyor insana... 

Halbuki ne kadar da ince ve inceliği kadar da çetin bir imtihan... Hak ile hak olmayanı birbirinden ayıran çizgiyi görebilecek ferasete erişmek ne zor iş...


İnsanlık tarihinden bize nakledilen kimi olaylar var. Mesela Hz. Nuh, bir gemi yapıyordu. Ve gemi, sanki ters çevrilmiş, çatısı üzerinde duran bir ev gibi görünüyor. Dalga geçiyordu kimileri onunla "Bu ters dönmüş ev ile mi kurtaracaksın bizi?" diye. Akla, mantığa sığmayacak bir iş idi yaptığı.

Şimdi belki asırlarca sonrasından bakan birileri olarak, pişkin pişkin o gün inanmayanları kınamak çok kolay. "Nasıl da aldandılar!" diye sanki kendimiz pek bir emniyet içinde aldanmalardan arınmışız gibi durmak çok kolay. Ama korkuyorum... O gün ben de orada olsaydım, hakikatten yana olabilecek miydim?

Hz. İsa'nın dünyaya geldiği zamanlara doğru bir gidelim. Neler demişlerdi kim bilir... "Bir de iffetli, namuslu geçiniyorsun! Böylelerinden korkacaksın zaten!" diyenleri mi arasınız... "Göz var, mizan var, babasız çocuk mu olur!" diyenleri mi ararsınız... Havsalasına sığdıramayanları mı ararsınız... Belki de o zamanın hakikat bekçileri, namus savunucuları idi en çok öfkesini haykıranlar... Hz. Meryem, bir sessizlikten ibaret olan Meryem orucuna durduğunda, "Söyleyecek lafı yok zaten! Her şey apaçık ortada!" diyenler de hiç az değildi sanırım...

Bugün, böylesi iffet timsali birinin iffetsizlikle imtihandan geçtiği bir döneme gene uzaktan uzağa bakıp ahkam kesmek çok kolay. Ama bir de o dönemin şahidi olsaydık, nice olurdu halimiz? Her şeye, hatta o zamana kadar hakikat olarak bildiğimiz şeye rağmen, gene hakikatin yanında olabilir miydik?

Hele ki bir de Hz. Aişe'nin  iffeti ile ilgili uğradığı iftira... "Ateş olmayan yerden duman tütmez..." diye geçmez miydi içimizden? Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam'ın ona yalnızca "Eğer böyle bir şey var ise, o halde Allah'a tövbe et" demekten öte bir şey yapmayışına biz nasıl bakardık? Bir iftiraya gerçek olma payı vermek ile, her söylentiye rağmen iffetinden emin olmak arasındaki çizginin neresinde kalırdık acaba? 

Korkuyorum...
Böylesi hakikati ince ince ayırt etmem gerekecek imtihanlardan geçmekten korkuyorum... 
Bir peşin hüküm ile karar vermekten, kendimden o kadar emin olmaktan korkuyorum...

Aslında bizim hakikatin neresinde olduğumuz, tarihin sayfalarında bir gün kaybolup, unutulup gider de, içimizde tartıp duran vicdan terazisi var ya, işte onun sesi kesilmez sanırım... Vicdanın Cehennemî azabı... Ancak o azap insanı aklayıp paklayacak kadar arıtıcı olabilir çünkü...

Herhalde hak olanı ayırt edebilmek, vicdanını duymakla, vicdanını hakikat ile besleyerek diri diri tutmakla mümkün... Ancak o hakikatten beslenen kalp ve vicdan insana hakikatin emniyetini hissettirebilir sanırım... Ve o emniyet ile, her şeye rağmen insan hakikate teslim edebilir kendini...