23 Ocak 2017 Pazartesi

Bilseydim Yapar Mıydım...

(Aşağıda, 20 yıl sonrasından çocuklarıma yazdığım ve Moral Dünyası Dergisi'nin Şubat 2012 sayısında yayınlanmış olan mektupları okuyacaksınız.)

Sevgili Oğlum,
Sen benim ilk evladımsın. Annelik duygularımı tüm coşkunluğuyla yaşadığım ilk sarhoşluğumsun. Kollarımın arasında bana kendini öylece teslim edivermiş halindeki sıcaklığı hâlâ duyuyorum koynumda… Belki sen bana sığınıyordun, ama ben de bunu fırsat bilip sana sığınıyordum ruhumun yorgunluklarından, yaralarından… Belki bu yüzdendi, seni içimin her derdine derman ilan edivermiş olmam…

Birden bire minicik bedeninle geliverdiğin hayatın daha başındayken beklentilerimin girdabına sürükleyiverdim seni… Önce boyunu, kilonu yarıştırdım başkalarıyla… Sonra konuştuğun kelime sayısını, saydığın sayıları… Sonra aldığın notları, kazandığın okulları...

Benim yapamadıklarımın yapıcısı olacaktın sen çünkü… Benim ulaşamadıklarıma sen ulaşacaktın. Bunu aslında senin (!) için istiyordum. Sen de bir gün yapamadıklarından, başaramadıklarından dolayı benim hissettiklerimi yaşamayasın diye istiyordum.

İnan oğlum, hiç mi hiç farkında değildim o sırada seni içine tıkmakta olduğum parmaklıkların… Olduğun kadar olmanın, olduğun gibi olmanın hafifliğini ve özgürlüğünü sana yaşatmadığımı fark etmem için 30 senenin geçmesine gerek var mıydı? Bilemiyorum…

Seninle gurur duymak istiyordum, bunun için can atıyordum. Ve koltuklarımı kabartamadığın her durumda bir hayal kırıklığı yaşıyordum. Sürekli beni utandıracağın endişesini taşıyordum. Gittiğimiz bir evde, çıktığımız alışverişte, evimize gelen misafirlerin yanında, beni utandıracağın kaygısıyla tedbirler alarak yaşıyordum hayatı. Bir yere çay dökülecek, birisinin çocuğuyla kavga edip ağlatacaksın, birinin bir eşyasına senden bir zarar geliverecek diye sürekli tetikte geziyordum peşinde.

Ah birilerinin bir şeyleri kırılsaydı, bana çocuğunu yetiştirmeyi becerememiş anne deselerdi de, şimdi otuzlu yaşlarda bir baba olan oğlum, gelip dizlerime başını bir koyuverseydi, saçlarını okşasaydım, sırtını sıvazlasaydım… Ama dizlerimi baş konulmaz hale getirmekle geçirmişim o yıllarımızı…

Hırçınlaştığın zamanları hatırlıyorum. Beceriksiz anne damgasını yeme kaygısı, çocuğumu hırçınlaştırmayı nasıl becerebildiğimi görmeme perde oluyordu. Hatta duyduğum mahcubiyeti örtebilmek için harcıyordum duygularımı, seni hissetmeye harcayacağım yerde…

Bugün karşımda iki çocuk babası bir beyefendi olarak oturan halinin hayali o günlerde gözlerimin önünden birazcık geçseydi, bilmiyorum o seni hizaya getirmeye çalışan bakışlarla bakabilir miydim?

Sevgili Kızım,
Dünyaya geldiğin ilk günlerde, bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmeyi becerememiş bir anne olarak, ikinci çocuğumla bu vazifeyi nasıl kotaracağım kaygısını taşıyordum. Belki kucağımda sadece seni taşıyordum ama sırtımda kocaman bir yük vardı taşımakta zorlandığım. Kendi kendime hayatı nasıl da yük haline getirdiğimi, o yıllara hayalen yolculuk ettiğimde izliyorum. Harika bir anne, maharetli bir ev hanımı, ideal bir eş üçgeni arasında can çekişmekteyken hiç birini de tam yapamıyor olmanın verdiği ıstırabı yaşıyordum içimde…

Halbuki, hayatımın en fazla beş-altı senesini kaplayacak bir zaman diliminde, kendimi sadece size bırakmayı seçseydim, hem sırtımdaki gereksiz yüklerden kurtulmanın hafifliği, hem de doyasıya anneliğimi yaşamanın keyfiyle o dönemleri geçirebilirdim belki... Siz de sürekli bir şeyleri yetiştirmesi gereken bir anneye ayak uydurma çabası içinde, hayatın tadına varmaktan mahrum kalmazdınız…

Mesela ağabeyinle birbirinize su atabilseydiniz… Yağmurdan sonra sokaktaki su birikintilerinde doyasıya zıplasaydınız… Yemeklerin tuzunu, biberini, çayımın şekerini hep siz katsaydınız… Bir defasında da sizin için bir köpüklü su yapsaydım da, ellerinizi kaplamış köpüklerin şeffaf topçukları içinde yüzen bakışlarınızı ben de uzaktan seyredebilseydim. Televizyonu izlediğim ilgi ve merakla sizi dinleseydim de, bana da içinizi açsaydınız… Hayal dünyanızın zenginliğiyle harmanlanmış dopdolu duygu dünyanızdan nasiplenseydim ben de…

Şimdi hiç olmazsa torunlarıma bunları yaşatayım diye kendimi bir anneanne olmaya bıraktığım her anda, doyasıya yaşamanıza izin vermediğim her an için içim tekrar sızım sızım sızlıyor.

O sırada, bir gün, evlatlarının annesi, eşinin hayat arkadaşı bir hanımefendiye emanetçilik ediyor olduğumun farkında olsaydım, o hanımefendinin hayatın her anını sükûnet içinde doyasıya soluklaması için her işimi bırakır, tüm telaşlarımdan kendimi arındırırdım sanıyorum.

Sevgili yavrularım,
Biliyor musunuz, belki yaptığım en doğru şey, tüm bunlardan duyduğum pişmanlıktan dolayı sizden helallik istediğim, gözyaşları içinde özür dilediğim gün yaptığım şeydi. Belki hayatımda en olmadığım kadar olduğum gibiydim o sırada. Kendi ruhumun yaralarını sizinle sarmaya çalışırken, sizin içinizde büyüttüğüm yaralar, oluşturduğum yoksunluklar, artık gözyaşlarıyla onarılabilecek cinsten değildi ama gene de af diliyordum sizi bana Emanet Eden’den… Başka yapacak bir şeyim yoktu çünkü…

Şimdi çok iyi anlıyorum ki yapmam gereken sizi “terbiye” etmek yerine kendimi “terbiye” etmekmiş. Sizi “yetiştirmek” yerine önce kendimi “yetiştirmeliymişim”. Eğer önce ben kendimi terbiye edebilmiş ve yetiştirebilmiş olsaydım şimdi yüreğimi yakan hataları yapmayacaktım. Bilseydim hiç yapar mıydım?

Eğer sizinle tepeden bakarak konuşmanın yanlış olduğunu bilebilseydim hiç yapar mıydım bunu? Bir çocukla iletişim kurabilmenin en iyi yanının onunla göz teması kurmak olduğunu bilseydim hiç bunu yapmaz mıydım?

Eğer okul başarısının sadece not olmadığını bilseydim karnenizi getirdiğinizde size kızar, azarlar mıydım? Matematik dersinden dört aldığın için kızarken senin asıl yeteneğin olan resim dersinden aldığın beş notunu küçümser miydim hiç?

Çocukları başka çocuklarla kıyaslamanın yanlış olduğunu bilseydim seni hiç başkalarıyla kıyaslar mıydım? Sana başka çocukları örnek göstermenin doğru olduğunu sandığım için yaptım bunu ama büyük bir yanlış yapmışım. Yanlış olduğunu bilsem yapar mıydım hiç?

Ağladığın zaman “ağlar ağlar, alışır susar” demenin ne kadar yanlış olduğunu bilseydim, ağladığınız zaman yanınıza koşup gelmenin ne kadar önemli olduğunu bilseydim hiç ağlamalarınıza kayıtsız kalır mıydım? Yanınıza koşup geldiğimde içinizin güven duygusuyla dolduğunu bilseydim hiç sizi yalnız bırakır mıydım?

“Aman sakın dokunma, kırarsın” demenin içinizdeki merak duygusunu öldürdüğünü bilseydim hiç etrafınızı cam vazolarla, kırılacak eşyalarla donatır mıydım? Etrafınızı keşfetmek için dokunmaya ihtiyacınız olduğunu bilseydim eşyalarım kırılacak diye size engel olur muydum hiç?

Şimdi birer yetişkin olarak hayatlarınızı izlerken, hâlâ aynı yavrularım olduğunuzu hissetmek ve belki sizi olduğunuz gibi, her halinizle sevebiliyor olduğumu yeni yeni keşfetmenin heyecanıyla yazıyorum bu satırları. Karşılıksızca, beklentisizce sevebiliyor olmanın coşkusuyla yazıyorum.

Hakkınızı helal ediniz. Birer yetişkin olarak sizden tek isteğim, annenize bir duanızdır. Yaptığım hatalar aklınıza her düştüğünde, bu hataların izleriyle her karşılaşmanızda, acizliğimi hatırlayarak tekrar dua ediniz.
Muhabbetle kucaklıyorum. 

2 Ocak 2017 Pazartesi

Çocuklar başarı hikâyesi dinlemekten bıktı mı yoksa?


Geçtiğimiz günlerde sanat dünyasının başarılı bir isme ile yapılan bir söyleşiyi dinliyordum. Söyleşi sırasında sanatçı hanımefendinin paylaştığı bir konu dikkatimi çekti. Zaman zaman seminerlere katıldığından bahsediyordu. Son yaptığı seminerde en çok ilgi çeken konunun, başaramadığı ve reddedildiği alanlarla ilgili olduğundan bahsediyordu.

Bunu duyunca birden benim de içimde bir şeyler kıpırdandı. Sahiden başaramadıkları da varmış diye geçti içimden. Sanki kendimden bir parçayı buldum onda da... Onun da yapamadıkları varmış diye duymak, sanki içime bir su serpti.

Kendimdeki bu yeni fark ettiğim duygu durumu, çocuğu düşündürdü birden...
Çocuğun gözünde yetişkin, sadece yetişkin olmasından dolayı, güçlü kişi olsa gerek. Boyu ondan büyük, sesi ondan daha tok, onun beceremediği pek çok şeyi yapabiliyor, korktuklarından korkmuyor... Bu hali ile çocuğun ihtiyacı olan “güven kaynağı” nı temsil ediyor aslında yetişkin. Bir yandan da çocuk, güven kaynağını böylesi güçlü görme ihtiyacı içinde. Güçlü ve sağlam olmalı ki, ona tutunabilsin, onunla serpilebilsin yaşamın içinde...

Şimdi yetişkinler doğal hali ile zaten çocuğun güçlü görmek istediği bir yerde dururken, iş doğal sürecinden çıkıp, bir de çocuğun üzerinde daha fazla etkiye sahip olmak, ona söz geçirebilmek için, ne zorluklarla neleri başardıklarının hikâyelerini anlatıyor çocuklara.
“Bizim zamanımızda köye elektrik daha gelmemişti. Gaz lambasının ışığıyla ödev yapardık...” ya da “Okul öyle uzaktı ki, bir saat kadar dağdan bayırdan yürür, ancak öyle varırdık okula. Hem de kar kış demeden...” gibi sözler tanıdık geliyor mu bilmiyorum...

Hâlbuki ders çalışmak istemeyen çocuğun, bir zamanlar onun gibi ders çalışmak istememiş olan bir yetişkinin bu hatırasını duymaya ihtiyacı olsa gerek... Karanlıktan korkan bir çocuk, babasının da bir zamanlar onun gibi korkuları olduğunu duyduğunda, sadece bu bile ona teselli olabilir. Yumurtayı kırmayı beceremeyen bir çocuk, annesinin de bir zamanlar yumurtayı kâh ocağın üzerine, kâh tezgâha kırdığını duyduğunda, cesaretlenip yeniden deneyebilir.


Hatta bir öğretmen, anlattığı matematik dersinden bir zamanlar ne kadar düşük notlar aldığından, anlattığı İngilizceyi ilk öğrenmeye başladığı sırada hiç anlamayacağını zannettiğinden, kendisi de girdiği sınavlarda ne kadar da heyecanlanıyor olduğundan bahsedebilir...

Ve bu hikâyeler, çocuğa güven verir... Yetersizlik hissinin ruhunu kaplamasına engel olur. O güçlü yetişkin de yaşamış bu halleri; şimdi ise yapabiliyor. Demek ki bir gün o da yapabilir yani. Bugün Matematik çözemese de, belki bir gün Matematik anlatabilir. Çünkü öğretmeni de öyleymiş. Şimdi korktukları olsa da, bir gün çok cesur bir delikanlı olabilir. Tıpkı babası gibi...

Yetişkinlerin çocuğa güçlü ve eksiksiz görünmeye çalışarak ona iyi örnek olma gayreti, bir yandan çocukta yetersizlik hissini filizlendiriyor olabilir. Hâlbuki dürüst olalım... Hangi yetişkin bir zamanlar altına kaçırmadı ki? Hangi yetişkin üzerine yemek dökmedi ki? Hangi yetişkin ayakkabısını ters giymedi ki? Hangi yetişkinin anlayamadığı, düşük notlar aldığı dersler olmadı ki?


Sadece olduğu gibi, olduğu kadar olan bir yetişkin... Çocuğun ihtiyacı, bu olsa gerek... Böylesi bir yetişkinin çocukluk hatıralarını defalarca anlattırarak, hayalinde canlandırdıkları ile yaşamını şenlendirmek olsa gerek...