Bugün etrafınızdakilere bir soracak olsanız, çocukların olduğu bir
ortamın gürültülü ve karmakarışık olduğunu işitirsiniz. Birbirleri ile
ettikleri kavgalar, oyuncak paylaşamama halleri, problemlerini ağlayarak
çözmeye çalışmaları… Çocuklu bir ortam denildiğinde akla ilk gelen kareler
bunlar olur.
Bir anne, bir arkadaşı ile iki çift laf edebilmek için
çocuklarının okulda olduğu ya da uyuduğu saatleri değerlendirmek zorunda
hissediyor. Huzur içinde geçirmek istediği birkaç saati planlarken ilk olarak
çocuklarını nereye göndereceği veya çocukları ile kimin ilgileneceği konusuna
çözüm bulmaya çalışıyor. Çünkü çocuk deyince, hayatımıza gürültü ve mızıltı
katan bir varlık geliyor aklımıza.
Halbuki çocuklar sessizliğin, sakinliğin adeta bir müptelası olarak
geliyorlar dünyaya. Yeni doğmuş bir bebek, bazen yanı başındaki birinin ufak
bir kahkahasından bile ne kadar da rahatsız oluyor. Bir kalabalığın ya da
yüksek sesli bir ortamın içine girdiklerinde tek yaptıkları oradan çıkabilmek
için çırpınmak oluyor. Ve oradan uzaklaşması ile birlikte birden bire
sakinleşiyor, tebessümünü saçmaya başlıyor etrafa.
Fakat zamanla büyüdükçe, büyürken bizden öğrendikleri ile
değişmeye başlıyor. Mesela arkadaşları ya da kardeşi ile birlikte biraz coşup
da sesini yükselttiğinde, onun sevinç dolu seslenişini bastıran tiz bir ses
yükseliyor odanın kapısından: “Yeter artık, sessiz olun!”. Sessiz olmak için
“bağıran” bir ses… Sessiz olmak için sessizliği iyice bozan bir ses… Çocuk o
sırada kendisini bastıran sesin karşısında çaresizce sessizleşirken, bir
problem çözme tekniği öğreniyor: Sesini yükseltirsen, sözünü geçirebilirsin!
İşte bundan sonra bu tekniği kullanmaya başladığı için, o sırada sessizliği
sağlamaya çalışan anne çocuğuna, sesini yükseltmenin nasıl işleri yoluna
koyduğunu öğretmiş oluyor. Sessizliği değil, sesini yükselterek yanındakini
bastırmayı öğretmiş oluyor.
Halbuki, tüm eğitim süreci için geçerli olduğu gibi,
sessizlik ve sakinlik de ancak yaşanarak verilebilecek bir eğitimdir. Çocuğa
sessiz olmasını söyleme şekli çok sessizce ve sakince olduğu takdirde gerçekten
işe yarar. Çocuğun sakinliği, bizden kaynaklanıp çocuktan yansıyan bir hal
olmalıdır. Dolayısıyla çocukların sessizlik eğitimi süreci, aslında
başlarındaki yetişkinin kendini sessizleştirme ve sakinleştirme süreci ile
başlar.
Yanındaki yetişkinin, adeta uyumakta olan bir bebeği
uyandırmaktan korkarmışçasına sessiz ve hassas davranışları, çocuk için ilk
örnek olur. Kapıları sessizce kapatan, adımlarını sessizce atmaya çalışan,
tencerenin kapağını sessizce kapatmaya özen gösteren bir yetişkin, kendisine
emanet edilen müstakbel yetişkin ile sessizlik eğitimine başlamış demektir.
Çocuklar, bizim bugün zannettiğimizin aksine, sessizliği
öylesine benimsiyorlar ve öylesine sahip çıkıyorlar ki, fıtratlarında saklı
olanın aslında böylesine bir sakinlik olduğunu biz yetişkinler de ancak
sonradan sonraya anlayabiliyoruz. Yeter ki onlara, fıtratlarına yerleştirilmiş
olan bu yönlerini yaşayabilecekleri bir ortam sunabilelim. Yeter ki bu ortamı
sunmaya çalışırken ilk yaşayan bizler olabilelim… İşte o zaman çocukların
tertemiz yaratılışlarından gelen yönleri ortaya çıkıp filizlendiğinde bize de
örnek teşkil edecekler. Hatta sesimiz yükseldiğinde bizi uyaracaklar. Bir yemek
sofrasında oturmaktayken sessizlik ve sakinlik içinde yemeğini kaşıklamanın tadına
bir varınca, sonraki sefer gene o tadı arayacaklar.
Hatta sonra bir bakacağız, o sessizlik ortamında camın
kenarına geçmiş uzun uzun yağmurun sesini dinliyor olacak o minik yürek. Ya da
bir minik kuşun ötüşünün farkına varacak büründüğü sakinliğin içinde. Ya da
etrafını kuşatan bir sessizliğin içinde, bizim o güne dek duymadığımız sesleri
duyacak, bize de duyuracak...
Çocuklarımızı da içine
sürüklediğimiz kendi iç karmaşamız ve sonrasında kendi hayatımızı
kolaylaştırmak için onları alıştırmaya çalıştığımız gürültülü hayat,
içlerindeki saklı “sessizlik sevdası” nın ortaya çıkmasına engel oluyor. Ama
bir tattırabilirsek onlara sessizliğin ne olduğunu, sessizlik içinde duydukları
ile bize öğretecekleri çok şey olacak…