Her kız
çocuğu, ruhundaki letafet ve zerafet ile geliyor dünyaya. Anne-babasının süsü
gibi, her hali ile cilvelerini saçıyor etrafa. Ruhundaki incelikler ile bir
yetişkin hanımefendi olduğunda, eşinin yanında duyarlı bir hayat arkadaşı,
çocuklarının başında şefkatli bir emanetçi olarak bulunması için gereken
donanımı kazanmış oluyor.
Lakin
yaşaması ayrı, uzaktan izlemesi ayrı bir keyif olan bu süreç, nedense korkutuyor
anne-babaları. Sanki kız çocuğunun ruhundan görünüşüne, duruşuna, giyinmesine
kadar yansıyan letafet ve zerafet halleri, kaygı uyandırıyor.
Örneğin her
kız çocuğu biraz kendini fark etmeye başladığı hayatının ilk yıllarında, giyim
kuşamında uyumlu olmaya, her adımını attığında fırıl fırıl eden etekler
giyinmeye, aynanın karşısında saçına başına özen göstermeye, annesinin süslü
püslü terliklerini giymeye meylediyor.
Gelin görün
ki, bir kız çocuğu ruhunun yansıması olan bu haller, yetişkinlerde uyanan kaygı
ile darbeler almaya başlıyor. Aman kız çocuğunu koruyacağız diye, aman bir
tarafı dışarıdan görünmesin diye, etek giymek için can atan çocuk pantolon
giymeye zorlanıyor. Pantolon ile bir erkek gibi rahat rahat her türlü oturup
kalkabileceği düşüncesi ile çocuğun iyiliği için bir tercih yapılıyor belki. Ama
bir erkek gibi değil, ancak bir kız çocuğu gibi giyinerek zerafet içinde oturup
kalkmayı öğrenecek olan minik hanımefendinin tam da bunu öğreneceği ortam alt
üst edilmiş oluyor.
Ergenlik döneminde
kızının artık bir kız gibi giyinmesinde hassasiyet göstermeye başlayan aileler,
kıyafetlerinde, oturuşunda, yürüyüşünde erkekleşmiş kızlarının eteği reddetmesi
ile karşı karşıya kalıyor. Çocukluk yıllarında fıtrîliğin kolaylığı içinde
edinilecek alışkanlık, ergenlik döneminde zorla kazanılabiliyor.
Başka bir
noktada ise, kız çocuklarının da tıpkı bir erkek gibi her işini kendi başına
halleden, hayatı kendi başına kotaran bireyler olması için sarf edilen çaba ile
karşılaşıyoruz. Kızımız kimseye muhtaç olmasın, kendi ayakları üzerinde dursun
diye gayret edilirken gene o hassas ruh, hassas mizacı ile ters düşerek hayatı
her hali ile göğüsleyecek bir gücü kendinde bulmak için erkekleşmeye başlıyor.
Belki bir kız
çocuğunun tam da fıtratından git gide uzaklaşmakta olduğu bu sırada etraftan
yükselen alkışlar, fıtrat ekseninden bambaşka bir beklentiyi dile getiriyor:
“Erkek gibi kız Maşallah!”
Erkek gibi
kızımız, kendi mesleğini ediniyor, hırsla basamakları zorluyor, ekonomik
özgürlüğü eline alıyor. Kimseye muhtaç olmamanın tadını çıkartıyor. Ta ki bir
erkek ile hayatını birleştirip, iki kişi bir hayatı yaşamaya başlayana kadar… Sivrilen
tarafları etrafına zarar vermeye başlıyor. Kimi zaman eşinden daha iyi
kazandığı para, kimi zaman eşinden daha iyi becerdiği işler, kimi zaman
otoriteyi elinde tutma çabaları, bir erkeğin ruhuna balyoz darbeleri gibi
iniyor. Ve artık ortada ne hassasiyet ve letafeti ile kol kanat gerilecek bir
hanımefendi, ne de bir hanımefendiye sahip çıkacak, maddi ve manevi tehlikelerden onu koruyup
kollayacak bir beyefendi kalmış oluyor.
Genç bir
hanımefendiye şefkatini doyasıya yaşayacağı anneliğin keyfini yaşatacak olan çocuk dünyaya geldiğinde ise, bu keyfi
yaşamak şöyle dursun, yapmayı düşündüğü şeylerden annesini alıkoyan, alışageldiği
düzeni alt üst eden bir engel ile karşılaştığını sanıyor genç kız.
Halbuki
hassasiyetini yitirmemiş, ruhunda şefkat melekelerinin filizlenmesine izin
verilmiş bir kız çocuğu da, hayatta dimdik durabilir ayakta; arkasında eşi,
kucağında yavruları ile.
İnce
fikirliliğin, hassasiyetin bir zayıflık göstergesi olarak kabul edilmesinden
olsa gerek, hassas bir ruhu olan erkek çocuklarının “kız gibi erkek” olmasından
korkulurken, latif ruhlu kız çocuklarının “erkek gibi kız” olması ile gurur
duyulur oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder