24 Mayıs 2014 Cumartesi

Çocuğun iyiliği için "Evlatkoliklik"

Biz ebeveynler bazen çocuklarımıza karşı o kadar hassaslaşıyoruz ki, onların dünyalarına o kadar fazlaca girmiş oluyoruz ki, onların hissedeceği bir şeyi biz önceden hissedip tedbirini alıyoruz. Böylece çocuk süreci hissedemeden geçirmiş oluyor ve yanındaki yetişkinin ne yapmaya çalıştığını anlayamıyor bile. 
Mesela, şu kadar saattir yemek yememiş olan yavrusunun mutlaka acıkmış olacağına karar veren anne, hemen yavrusunun bu ihtiyacını gidermek için koşturmaya başlıyor peşinden. İhtiyacı hisseden anne olduğu için, çocuğun bu ihtiyacını hissetmesine fırsat verilmediği için, yemek karşısında beklenen iştahı sergileyemiyor çocuk. 
Ya da o kadar koruyucu kollayıcı oluyor ki anne baba, aman evladı üşümesin, aman  soğuk almasın diye öyle bir giydirerek, koruyarak dışarı çıkartıyor ki; çocuk, tenine ufacık bir serinlik değmediği için bu giydirme faslına bir türlü anlam veremiyor. Harala gürele kat kat giyinme faaliyeti, o kadar...
Başka bir örnek de okul hayatı ve ödevler meselesi. Anne baba kendisi okul hayatını o kadar iyi biliyordur ki, daha birinci sınıftan sıkı tutmazsa "çocuklarının iyiliği için" hedefledikleri üniversiteyi tutturması için ne kadar çalışması gerektiğinin farkındadırlar. Ya da kendisi okuma şansı bulamamıştır, çocuğunun okumadığı taktirde neleri kaybedeceğini çok iyi bildiği için sürekli bu dramı yaşamaması için onu sıkıştırır. Halbuki çocuk hiç bir şey anlamaz neden bu kadar ders çalışması gerektiğinden. Derslerine merak ile sarılma şansını hiç yakalayamaz çünkü anne babası ondan önce hissedip tedbiri almışlardır bile.   
Adem Güneş Hoca'nın "evlatkoliklik" diye tabir ettiği hal ile bağdaştırıyorum bunu. Öyle bir şey ki, mesela yavrunuz yürümeye başlamış, ama siz yürümenin topuklarda nasıl nasırlanma yaptığını bildiğiniz için çocuğunuzu bundan korumaya çalışıyorsunuz. Bu yüzden yavrunuz için altından bir tekerlekli sandalye alıyorsunuz, üzerinde rengarenk oyuncaklar, müzikli düğmeler...vs de var. Her gideceği yeri size söylüyor, siz de güle oynaya götürüyorsunuz. 
Bu çocuk bir gün tekerlekli sandalyesinden kalkıp da arkadaşları gibi koşmak, kırlarda yürümek, ayağı ile topa vurmak istediğinde bacaklarının o sandalyeden dolayı ne kadar zayıf kaldığını hissedince, hatta belki ilk gayretleri sırasında yere yuvarlanınca ne der sizce? Anne babası istediği kadar "Biz sana altından sandalyeler almadık mı, biz seni her istediğin yere götürmedik mi? " diye hak iddia etsin, o çocuk yürüme kabiliyetinin vaktiyle gelişmesine izin verilmediği için anne babasının beklediği vefayı gösteremeyebilir.
Ne kadar iyi niyetlerle çıkılan yollar, ne kadar yıpratıcı sonuçlar ortaya çıkartıyor. Çocukların hayatı yaşamalarına izin vermek lazım. Kendi korkularımızı onlara yansıtarak aldığımız tedbirler, kişiliklerinin sağlam bir zemine oturmasını engellemiş oluyor biz farkında bile olmadan. Sonra da baş kaldırılar başlıyor tabi. Engellendiği, izin verilmediği ölçüde isyan ediyor çocuk bir gün... Sonra da adı "asi evlat" konuluyor...   
Bir yemek meselesinden buralara geldim :) 
İnşallah evlatlarımızın, torunlarımızın hayır dualar ile anacağı anne babalar oluruz. 

Not: Bu yazıyı, Anadolu Pedagojisi'ni takip eden arkadaşlarımızın olduğun bir email grubuna yazmıştım. Oradan alıntı ile www.kadincakararinca.com internet sitesinde yayınlanmıştı... 

Hiç yorum yok: